26 Mart 2011 Cumartesi

Thousand Years of Love (2003)




[caption id="attachment_332" align="aligncenter" width="640" caption="Thousand Years of Love - 2003  (1)"][/caption]

Bir başka So Ji Sub dizisi daha … Hikayemiz şöyle; günümüzden yaklaşık 1300 sene önce yaşamış bir prenses olan Puyeoju, tam da ordularının yenildiği krallığının yerle yeksan olduğu bir anda, bir takım mistik olayların gerçekleşmesiyle modern dünyaya gelir. Amerikan dizilerinde böyle bir hikaye olsa prenses bir hışımla yeni dünyaya adapte olur ve sonsuza dek mutlu yaşar. Burada durum tam tersi prenses inatla geri dönmeye çalışıp duruyor.  Prensesimiz çevresinde ise 3 ana karakter var.





[caption id="attachment_334" align="aligncenter" width="576" caption="Kim Chun Choo (2)"][/caption]

1. Esas Adam; onu modern dünyada ilk bulan ve oracıkta kara sevdaya tutulan gece klübü sahibi, amatör mafya adamı Kim Chun Choo. Dizinin bence ana karakteri, gülmekten öldürdü beni :) Prenses canının derdine düşmüş, geri dönmeye çalışıyor, bir dünya entrikayla uğraşıyor, ama bizimki hala prensesi normal bir kadın gibi elinde tutmaya kendine aşık etmeye çabalıyor. Çok da arabesk bir tarzı var, hem aşık hem gururlu hem de cahil. Olaylara bakış açısı ve adamlarıyla kurduğu diyalogları beni gülmekten yerlere yatırdı :)


Diğer iki karakterimiz ise prensesin yaşadığı her iki zaman diliminde de varlar. Prenses modern dünyaya düşüp tekrar onlarla karşılaşınca sırf bu yüzden bir daha şoka giriyor.





[caption id="attachment_337" align="aligncenter" width="576" caption="Kim Yu-suk/Fujiwara Tatsuji"][/caption]

2. Esas Adam; Kim Yu-suk/Fujiwara Tatsuji,  1300 sene öncesinde de şimdi de prensese kör kütük aşık olan kara prens. Çok kibirli ve acımasız bir o kadar da zengin, her bölümde dünya kadar viski devirdi o kadar zengin yani :P 20 bölüm boyunca çok kızdım ona, tam son bölümün ilk yarısında içim ısındı derken gene çok kızdım. Gerçi bu defa çocuğun bir suçu yoktu daha çok senariste söylendim ama olsun. Yine de her daim şansın ondan yana olmasını hiç sevmedim.






[caption id="attachment_338" align="aligncenter" width="512" caption="Ari / Kang In Chul"][/caption]

3. Esas Adam; Gelelim So Ji Sub’un oynadıği Ari/ Kang In Chul karakterine,  prensesin gerçek  aşkı. Prensese hep sonradan aşık oluyor. İçine kapanık ve hassas ama dışarıdan bakıldığında kendini hep kalendar biri gibi göstermeye çalışıyor. Üstelik dizideki en şansız karakter, ailesi ölmüş, bir başına yaşam mücadelesi veriyor. Parasızlık nedeniyle toplumun alt tabakasında takılıp kalmış, Fujiwara gibiler yüzünden sürekli aşağılanıp gururu incinse de, yüzünü düşürmemek adına yüzünden alaylı gülümsemesini hiç eksik etmiyor.



O yüzden ne zaman yüzünde acı bir gülüş belirse içim parçalandı. Ağlasa bağırıp çağırsa daha az üzülürdüm ama kalbi kırılsa bile yalnızca acı acı gülümsemekle yetiniyordu. Prensesi çok sevse de ona layık olmadığını düşündüğü için hep kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı. Diğer bir aksilikte prensesle bir türlü aynı dili konuşamamasıydı, dizi boyunca birbirlerini sürekli yanlış anladılar, boş yere üzüldüler, beni de verem ettiler :)




Neyse ki adamım Kim Chun Choo beni her defasında güldürmeyi başardı. Zaten dizi, Kang In Chul -Fujiwara Tatsuji’nin başına gelenler ve Kim Chun Choo’nun başına gelenler diye ikiye ayrılıyor.  Bir taraftan üzülürken bir taraftan da bir hayli gülüyorsunuz. Özelliklede 16. bölümde geçen şu sahnede koptum :)





[caption id="attachment_341" align="aligncenter" width="512" caption="-Aşk neşeli bir kelebektir ( Kore Yerel Şarkısı)"][/caption]

2002 yılı yapımı olduğu için görüntü şimdiki (!) Japon dizilerinin kalitesine sahip ama yine de rahatsız etmiyor. İzlemek isterseniz şu adresten ulaşabilirsiniz.


İyi seyirler…


 EDİT: Diziyi izleyip bitirenler için 2003 SBS Drama Ödülleri töreninden birde bir video paylaşacağım burdan :) Dizinin sonunda kahramanlarımızın başına neler geliyor bununla ilgili bir parodi gösterilmiş törende :) İzlerken çok eğlendim, umarım sizde seversiniz :D


2003 SBS Drama Awards


Kaynaklar


(1) www.chabori.blogspot.com

(2) www.sinemalar.com

Cain and Abel (2009)

 




[caption id="attachment_320" align="aligncenter" width="500" caption="Cain & Abel (2009)"][/caption]

So Ji Sub’dan gidiyorum bu ara, varsa beni durdurabilecek beri gelsin, heyt :) Misa’dan sonra burkulan yüreciğimi bir romantik-komedi olan Sophie’s Revengele teselli ettiğimi bilen bilir. Misa’da ağlamayacağım diye inat etmiştim öyle olunca içime akıttığım göz yaşlarımı Sophie’s Revenge’deki rolüyle sağolsun JiSub’um havlusundan bir tutam uzatarak siliverdi (anladınız siz onu :) ), yeniden doğmuş kadar oldum derken o da ne Cain & Abel  gardaşları izleyesim tuttu.


Sağlam dizi çıktı çıkmasına da, Misa’da kurşunlanması yetmemiş gibi, bu dizide de SJS kurşunlandı bir de üstüne hafızası gitti, kaçırıldı, elektrik çarptı(vallaha bak), horoz gibi dövüştürüldü, aç bırakıldı yalan makinesine sokuldu, boğa bile deviren geçici felç iğnelerine maruz kaldı, boğazına baş barmağım kadar cisim kaçtı, araba çarptı, derken hafızası geldi. O bişey değil yine de izlerken ne mantıklı dizi bile dedim, beynim sulandığı için olabilir mi ? Bilmem olabilir.  Konusuna gelirsek :)


Koca bir hastane var… ama olmaz olsun, diziyi izledikten sonra alternatif tıbba yönelesim geldi. Hastanenin büyük başı, beynindeki tümörden dolayı hastanede yatalak ama hala tam bir otorite ne isterse o oluyor, bir de gül gibi bir eşi var, melek mi melek( şeytan da bir melektir di mi). Aslan gibi iki de oğulları var, söylememe gerek var mı bilmiyorum ama bu aile komple doktor, eve gittiklerini görmedim hastanede yaşıyorlardı sanırım :) Dizi burada bitiyor …


Yok canım şaka daha yeni başladım :) Başta iki oğulda sütten çıkmış ak kaşık, hayırlı evlat derler ya aynen öyle, anne babalarının bir dediğini iki etmezler ama işte nerden bilsinler ebeveynleri manyak. Dizi boyunca kendileri gibi manyak ettiler iki oğlanı, Amerikan dizisi olsa kazık kadar oluşlarına bakmadan koruyucu ailelere teslim edilirlerdi öyle söyliim.  Dizinin başından sonuna kadar hastaneye yeni birim diye “acil servis açılacak hayır efendim nöroloji merkezi açılacak” diye birbirlerine hırlayıp durdular.


 




[caption id="attachment_318" align="aligncenter" width="480" caption="- Boğarım seni bak !!!"][/caption]

Bildiğiniz şiddetli geçimsizlik, üstelik kendilerinin bir şey yaptığı da yok bizim kuzulara yaptırtmaya çalışıyorlar, haliyle zıvanadan çıkardılar abi kardeşi, hatta birbirine düşman ettiler. Tabi en nihayetinde dizi bir yere bağlandı ben de çok sevindirik oldum, vay ne güzel diziydi dedim, heyecan üstüne heyecan bir solukta bitti gitti dizi ama o anne-babaya garezim gitmedi, hayır yani dizi bittiğinde tekrardan aşka gelmediler mi beni de mavi ekrana bağladılar.


 




[caption id="attachment_319" align="aligncenter" width="480" caption="- Beni sevdiğini biliyordum zaten (!)"][/caption]

Tamam kimsenin yuvası bozulmasın ama çocukların da aklını aldınız beya, madem o kadar dertliydiniz, baştan evlilik terapistine gitseydiniz, herkes için daha hayırlı olurdu.


Kıssadan hisse yine de çok çok güzel diziydi :D Çok kaba taslak anlattım biliyorum ama aslında çok beğendim, oyuncular da çok iyiydi özellikle de SJS  :)  Her zamanki gibi bukalemun gibiydi, oynadığı karakterin hafıza kaybını, kişilik bozulmasını, ruhsal bunalımlarını ve içsel mücadelesini yine çok güzel yansıttı. Zaten SJS’da röportajlarından birinde “We are dating now” dizisiyle oyunculuğun eğlenceli yanını keşfettiğini ama Cain & Abel’inde oyunculuğunu geliştirmesinde önemli bir proje olduğunu belirtmiş. Ama bu dizinin çekimlerine başlanırken bayaa bir aksaklıklar olmuş. Dizinin senaryosuyla ilgili sorunlar çıkmış, çekim tarihleri ertelenmiş, ana karakterleri oynaması kararlaştırılan oyuncular tek tek yapımdan çekilmişler ama SJS senaryoya güvendiğini açıkça belli etmiş ve çekim tarihleri ertelense bile anlaşmasını feshedip başka işlere yönelmemiş (seviyorum bu adamın inadını ). Sonunda dizi için hazırlıklara tekrar başlanmış, tekrar oyuncu kadrosu oluşturulmuş. SJS yine kadroda tabi J:) İyiki de öyle olmuş, bol atraksiyonlu bir solukta izlediğim bir dizi oldu.  Size de şiddetle tavsiye ederim. Bakınız bu adresten diziye ulaşabilirsiniz.


İyi Seyirler…

21 Mart 2011 Pazartesi

Yeonghwanun Yeonghwada / Movie is a Movie / Rough Cut (2008)

[caption id="attachment_303" align="aligncenter" width="400" caption=" Movie is a Movie / Rough Cut 2008 (1)"][/caption]

 


Şu sıra So Ji Sub’a ait dizi, film, reklam ne varsa hepsini bulup arşivime katmakla meşgulüm.  Dramdan köşe bucak kaçan ben bile, şimdilerde dramdan drama atlayıp duruyorum.  JiSub  sağolsun :)  Mesele yakışıklık vs değil aslında, o yüzden kaşına gözüne kanıp zorla izletiyorum kendime desem haksızlık etmiş olurum, çünkü  izlediğim yapımlar hep güzel projeler.  Kronolojik olarak Ji Sub’un yaptığı tüm çalışmaları incelediğimizde, bir aktör olarak her defasında kendini nasılda geliştirdi çok açık görülebiliyor.


Rough Cut/Movie is a Movie’de bu yapımlardan biri. Film aktörlüğe özenen bir mafya adamı olan Kang-Pae(So Ji Sub) ile şöhretin getirdiği ağır yük altında yer yer öfke nöbetlerine kapılan aksiyon oyuncusu Soo-Ta (Kang Ji Hwan) hakkında… Hikayenin ortasında birde yönetmenimiz Bong var, 6-7 yedi yıldır hayalini kurduğu bir aksiyon filmini sonunda gerçekleştirme fırsatını yakalamıştır. Tam da çekimlere başladığında baş aktör Soo Ta’nın tavırlarından dolayı bir türlü devamını getiremez. Çünkü bizim oğlan kiminle karşılıklı oynasa, ya çekimler sırasında ya da kamera arkasında bir güzel onları pataklamayı ihmal etmez. Sürekli öfkesine yenilmesi çekimlerinde uzamasına neden olmaktadır. Böyle giderse kariyer filan yalan olacak. Derken bir gün kendisinden imza almak isteyen ve oynadığı aksiyon filmlerinden dolayı onu tanıyan gerçek bir mafya adamıyla tanışır yani Kang Pae ile :) Bu tanışma sahnesinde beyazlar içindeki Soo Ta’ya ve siyahlar içindeki Kang Pae’ye dikkat :) Bir takım laga lugalardan sonra Soo Ta filmde oynaması için Kang Pae’yi ikna eder.


Bu noktadan sonra film film olmaktan çıkar. Halbuki “Film, Filmdir” değil mi? Ama yok, bu film başka bir film.  Film gereği ilişkileri yılan hikayesine dönmüş iki mafya liderini oynayacaklar sözde ama rol yapmak yok, özellikle de şiddet içeren sahnelerde!


Buraya kadar film hakkındaki genel kanınız, erkeklere hitap eden en vurdulu kırdılısından bir aksiyon filmi olduğudur sanırım. Halbuki film siyahın beyaza, beyazın siyaha özenirken grileşme sürecini anlatıyor. Film bittiğinde ise Siyah siyaha, Beyaz da beyaza yani özüne geri dönmektedir. Ama tüm bu süreç Kim Ki Duk’un kaleminden anlatıldığı için bol bol kişilik değişimi ve içsel sorgulamalarla karşılaşıyoruz .


Kim Ki Duk dedik ama bu film bir Old Boy değil, film bittiğinde içiniz kıyılmıyor. Rahatlıkla izleyebilirsiniz yani.  (Bu sözüm hemcinslerime :) )


Aslında filmden anlatılacak çok şey var özellikle de bazı diyaloglar çok vurucu.  Ama onu başka bir yazımda yazarım, film biraz daha yıllansın, hiç değilse etrafımda izlemeyen kalmasın işte o zaman sevdiğim diyalogları da afişe etmek istiyorum. Secret Garden gibi 20 bölüm olmadığı için sayfalar sürmez belki ama boş geçilecek gibi değil, birilerinin yazması şart :)


Henüz izlemediyseniz ve izlemek istiyorsanız; filme şurdan yada burdan , altyazıya da şu adresten ulaşabilirsiniz :)


İyi Seyirler...


 




[caption id="attachment_302" align="aligncenter" width="657" caption="Movie is a Movie / Rough Cut 2008 (2)"][/caption]

Afişler Kaynak

(1) http://www.koreanfilm.co.uk

(2) http://www.be2hand.com

19 Mart 2011 Cumartesi

Finding Mr. Destiny: İngilizce altyazısı çıktı!!! (via Mydestiny's Blog)

Sıcak Haber... :)
Finding Mr. Destiny: İngilizce altyazısı çıktı!!! First Love Finding Mr.Destiny 김종욱 찾기 Evet, sonunda Eng altyazısı çıktı. Tr çevirilerine başlanmış bile. Altyazısız izlesem mi acaba diye kararsız bir şekilde dolanıyordum filmin etrafında. Neyse ki altyazısı çıktı. Şöyle kafam rahat bir zamanda izleyeceğim. Umarım hayal kırıklığı olmaz! O kadar bekledik! Yıllar sonra Gong Yoo yapımı izlemek şa-ha-ne olacak. İngilizce altyazısı için tıklayın Sarangni.info çevirmenlerinden daisy Türkçe çevirisine b … Read More

via Mydestiny's Blog

18 Mart 2011 Cuma

Bir Kore Klasiği - Fly Me to The Moon

Kore dizilerinin müdavimiyseniz eğer, içinizde bir yerlerde şiddetli bir Korece öğrenme isteği vardır mutlaka, hiç olmadı nasıl konuştuklarını ve nasıl mimikleri olduğunu artık ezberlemişsinizdir. Taksiye takşi demeleri…  Bir de f harfini okuyamamaları , yerine “p” harfini kullanmaları en bilindik şeylerdir.


Boys over Flowers’da F4 (F-four) ekibini  Geum Jean Di’nin “epu-poo!?” diye ıkına sıkıla söylemeye çalışması, Pasta vb dizilerde Philip adlı kişilere “filip” yerine “pilip” demeleri haliyle gözünüzden kaçmamıştır. Ama onlarda haklılar alfabelerinde f harfi yok n’apsınlar.  Aynı şekilde “s” harfinin yanına “i” geldi mi birlikte "şi” diye okunuyor. Bu da onların kendine has dilbilgisi kurallarından biri yapacak bir şey yok :)


Yine de ben şu f olayına fena halde takığım, onlarda takmışlar kafaya demekki ki ne zaman bir dizi/film karakteri ingilizce bir şarkı söylemeye kalkışsa  Frank Sinatra’nın meşhur ettiği  “fly me to the moon” şarkısını kesin söyler yada çalar, olmadı bar tarzı bir mekanda illa ki bu parçayı arka fona yerleştirirler, bakın işte f'leri nasıl da güzel söylüyorum demeye getiriyorlar sanırım :) Örnekleri çoktur, hatta birkaç tanesini sizinle paylaşayım  hemen (zaten bu yazıyı yazmamdaki amaçda  bu ^^ )


1- 2003 – (SBS) Thousand Years of Love




[caption id="attachment_284" align="aligncenter" width="300" caption="2003 – (SBS) Thousand Years of Love"][/caption]

Daha 2. Bölümün hemen başında General Kim Yu-suk / Fujiwara Tatsuji’yi oynayan Kim Nam Jin, bir jazz barda keyboard’ı (benim küçüklüğümde org derdik hey gidi hey) ile bu parçayı çalmıştı.


2- 2005 – (SBS) Hello My Teacher





[caption id="attachment_286" align="aligncenter" width="300" caption="2005 – (SBS) Hello My Teacher"][/caption]

Yine 2. bölümde ve yine bir jazz barda bu sefer Gong Yoo’cum piyanosu ile şarkıya eşlik ediyor :)


3- 2007 – (MBC) Coffee Prince




[caption id="attachment_287" align="aligncenter" width="300" caption="2007 – (MBC) Coffee Prince"][/caption]


Yine 2.bölümde :D Han Sun ajushimiz mazide bir yolculuğa çıkar, tema şarkımız belli tabe :)


4- 2009 – (SBS) You are Beautiful



Bu defa azmetmişler 13.bölüme kadar beklemişler :) Jang Geun Suk  yorumlamış, bütün f'leri de söylemiş aferin ona :)


Dizilerde sık sık rastladığımıza göre Koreliler bu şarkıyı çok seviyorlar sanırım, Amerikalılar bile bu kadar reklam etmiyorlar bu şarkıyı :)


Hep dizilerden gittim ama son örnek Wonder Girls’den Ye Eun'ın yorumu olacak.  Videonun başında 2 ingilizce şarkıyı bu defa kore türküsü(anladınız siz onu) söyler gibi söylemişler, millet kopuyor haliyle ama fly me to the moon’u yine ciddiye alarak söylemişler. (Milli marş mübarek şakaya bile gelmiyor :) )







O kadar bahsettik şarkıdan bir de Frank Sinatra Babadan dinleyelim ve yazıyı güzel güzel bitirelim :)







Fly me to the moon
Let me play among the stars
Let me see what spring is like
On a-Jupiter and Mars
In other words, hold my hand
In other words, baby , kiss me


Fill my heart with song
And let me sing for ever more
You are all I long for
All I worship and adore
In other words, please be true
In other words, I love you


14 Mart 2011 Pazartesi

Kutlu Olsun :D

[caption id="attachment_280" align="aligncenter" width="400" caption="Aslı'cım tebrikler ^^"][/caption]

Flash Flash... Aslı'nın doktora yeterlilik sınavını geçtiğini duyan Kong Yu böyle sevindirik oldu ^^ Diğer taraftan Elif Ve Selin Unnilerini tebrik etmeyi de ihmal etmedi. (Çok düşüncelidir çoook :) )

4 Mart 2011 Cuma

Kendime yeni bir tema lazım...

Arada bir  bir yanım  "şu temayı değiştirsene" diyor. Velhasıl değiştirdim yine :) Hatta üşenmezsem bir gün şu safyadaki lazım gelen her yazıyı okuyup, kendi temamı yapacağım. Başarabilirim biliyorum :)

http://codex.wordpress.org/Blog_Design_and_Layout

Edit:

Türkçe kaynak olarak aşağıdaki çalışmayı da tavsiye ederim.

http://www.sorbize.com/etiket/wordpress-tema-yapma/

1 Mart 2011 Salı

What Dreams May Come (1998)

Moralim çok bozuktu geçen gün, rahat rahat ağlayıp zırlayabileceğim ama sonunda kendimi iyi hissedebileceğim bir şeyler izlemek istedim. Hemen aklıma o film geldi. Beşikten beridir kore dizisi seyretmiyordum ya, illa ki aynı tadı veren ve kalbimde yer etmiş gizli saklı filmlerimde vardır benim. İşte onlardan birini afişe edeceğim bugün. Tanıtım yazısı olmayacak bu sefer, bol bol alıntı yapacağım filmden, hazırlıklı olun. Filmi henüz izlememiş olanlarınız var ise baştan uyarmadı demeyin :)


Benim için eşi benzeri olmayan bir filmdir “What Dreams May Come - Gerçekleşebilen Düşler”. Ruh Eşini bulmuş bir adamın, Christy’nin hikayesidir, şu replliklerle başlar film…


 



Christy: Gençken bir gölde çok güzel bir kızla tanıştım.

Christy; Gençken bir gölde çok güzel bir kızla tanıştım...


Çİftimiz İsviçre'nin cennet gibi doğasında tanışırlar, tam da bir gölün ortasında hafif yelkenlisinin başında acemice suda sürüklenen Annie, Christy'yi ilk defa orda görür, Christy'de Annie'yi... Evlenirler, çoluk çocuk derken, iki çocuklu bir aile olurlar. Christy çocuk doktorudur, Annie ise bir sanat müzesinde yöneticidir ve de ressamdır. Çocukları büyürken onlar için büyük umutları vardır, okulda başarılı olmalarını, ama gerçekte huzurlu ve mutlu olmalarını isterler.


 



Christy: Annie ve benim onları sağ olarak son görüşümüzdü.

Herşey bu kadar iyiyken acı bir kazayla çocuklarını kaybederler, kadınların ve erkeklerin tabiatı her zaman farklıdır ya Annie acı kaybından sonra bir daha kendine gelemez intihara bile kalkışır, çocuklarının kaybını yaşayan bir annenin acısı nasıl dinsin? İşler daha da kötüye gider intihar denemesinden sonra yatırıldığı klinikte Christy'den ayrılmak ister. Dedim ya kadın-erkek tabiatıyla farklıdır, Christy acısını içine gömmüştür, yuvası dağılmasın ister, hep soğukkanlı görünmeye çalışır. Annie bu noktada boşanma kararı alır. Kararını açıklarken Christy'e öyle bir serzenişte bulunur ki;




[caption id="" align="aligncenter" width="496" caption="Annie: Bazen kazandığında, kaybedersin."]Annie: Bazen kazandığında, kaybedersin.[/caption]

 


Annie; Bence biz beraber olamayacak kadar farklıyız. Yani mesela neden sen de burada değilsin? Sen neden delirmedin? Çocukların öldü.


Christy; Hatırlıyorum. Evdeki sessizliği hatırlıyorum. Çünkü güçlü olmam gerekiyordu.


Annie; Benim için mi?


Christy; Benim için. Bizim için. Sadece genel bir prensip. Onları seviyorum, Annie. Ama öldüler. Bir seçim yapmalısın. Hayat devam ediyor mu, etmiyor mu?


Annie; Ve sen hayatı seçtin. Bazen kazandığında, kaybedersin.


Christy bu sözlerden sonra acısını gizlemeye çalışırken Annie'yi yalnız bıraktığının farkına varır. Boşanmaktan vazgeçerler, yeni bir başlangıç yaparlar. Annie bu defa kendini toparlar, acısı hafiflemez ama yalnızda değildir artık, hayat arkadaş yanındadır çünkü.  Ama tam da yeni başlangıç yaptıkları günün 2.yıl dönümünde ölüm yine peşlerini bırakmaz çiftimizin. Christy zincirleme trafik kazasında hayatını kaybeder. Annie büsbütün yalnız kalır hayatta. Çok geçmeden hayattan tüm ümidini keser ve canına kıyar, bu defa başarırda...




[caption id="" align="aligncenter" width="496" caption="Annie: Trafik kazalarında kaybedilen koca bir aile. Bisiklet almak için yeterli bir sebep."][/caption]

Annie: Sevgili Christy, nasıl bu kadar çözümsüz kaldım bilmiyorum. Olanları atlatabildiğim için kendimle gurur duyuyordum. Ve bu öğleden sonra, eve geldiğimde kendimi kaybetmeye başladım. Eğer o gün yıldönümüzde çalışmıyor olsaydım sen de bana yardım etmek için o tünelde olmayacaktın. Trafik kazalarında kaybedilen koca bir aile. Bisiklet almak için yeterli bir sebep.




[caption id="" align="aligncenter" width="496" caption="Annie: Veda etmeyi beceremiyorum, sen öldün, benim yüzümden."][/caption]

Annie: Bir kocam ve sonsuza dek sürecek bir sevgim vardı. İki muhteşem çocuğum. Bir insanın hayat kadar keyfi bir şeyden bekleyemeyeceği kadar güzel şeyler.
Ve gerçek çok basit, her şey bitti. Sadece bu sefer, sen de yoksun.
Veda etmeyi beceremiyorum, sen öldün, benim yüzümden.
Veda etmeyi beceremem ama sevgilim, arada ne kadar mesafe olursa olsun,  sana sevgimi yolluyorum.


Film böylelikle bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz, bu film ölümsüz bir aşkı anlatıyor. Dünyevi yaşamları bittikten sonra karakterlerimiz bizi kendi cennet-cehennemlerine götürüyorlar.  Film bu açıdan öncelikle reakarnasyon inancına gönderme yapıyor, inanırsınız inanmazsınız o ayrı konu ama anlatmak istediği sonsuz aşk için güzel bir zemin hazırlıyor film boyunca.


Cennet ve Cehenneme giriş yapmadan önce, Christy'nin ölümüyle dengelerin nasılda bozulduğunu izliyoruz önce, Annie kesinlikle kabullenemezken, Christy de Annie 'yi bir başına bırakmaya dayanamaz.

[caption id="" align="aligncenter" width="496" caption="Annie: Beni krizden kendisinin çıkardığını sanıyor ama aslında çıkaran Christy'ydi. Her zaman sadece Chris."][/caption]

Annie: Sevgili günlük, senin lanet olası sayfalarına yazıyorum çünkü terapistim benden daha deli. Senin terapi olduğuna inanıyor. İki çocuğumun beni soktuğu psikozdan çıktığım için bununla da başa çıkabileceğimi düşünüyor. Çok aptal. O kadar ki beni krizden kendisinin çıkardığını sanıyor ama aslında çıkaran Christy'ydi. Her zaman sadece Chris... Onun resim  kartlarına bakıyordum tablolar onun tutkusuydu. Onun için bu beni sevmenin bana yardım etmenin başka bir yoluydu... ve de bizi daima bir arada tutmanın.


Annie intihara giden yolda son satırlarını yazarken, Christy son satırlarda bile bahsi geçen o tablolarla hala aşkını kendi cennetinde yaşatmaya devam etmektedir. Kendisi için düşlediği bu cennet, Christy’yi bile şaşırtmıştır başta ama cenneti cennet yapan saf sevgiden kurulu oluşudur onun için, Annie’nin tablosunda resmedilen yerde de sonsuza dek huzur bulabilirdi pekala…




[caption id="" align="aligncenter" width="496" caption="Christy: Onun gözleriyle bizim yerimiz. İlk karşılaşığımız yer. Beraber emekli olacağımız yer, sanırım. Eğer yaşamımız.. Beraber yaşlanmaya yetseydi."][/caption]

Christy : Bu bir hediyeydi. Benim için. Çift B yıldönümü hediyesi. Bizim özel günümüz gibi bir şey. Onun gözleriyle bizim yerimiz. İlk karşılaşığımız yer. Beraber emekli olacağımız yer, sanırım. Eğer yaşamımız.. Beraber yaşlanmaya yetseydi.


Christy, Annie’nin ölümünden bir haber cenneti keşfetmeye devam eder. Ona rehberlik eden Tıp fakültesinden çok sevdiği hocası Albert ona öteki tarafın kurallarından, nasıl işlediğinden bahseder. Boş duranı Allah sevmez hesabı, öteki tarafta da herkesin işi ve görevi de vardır. Albert kayıp ruhlara rehberlik etme ile görevlidir.


 



Albert: Yani var olduğunun farkındaysan varsındır. O yüzden hala buradasın…

Christy: Ben gerçekten burada mıyım?


Albert: Ben derken neyi kastediyorsun? Sen bir kol musun? Bir bacak mısın?


Christy: Evet.


Albert: Gerçekten mi? Onları kaybetseydin yine de sen olur muydun?


Christy: Ben hala ben olurdum.


Albert: O zaman ben nedir?


Christy: Beynim sanırım.


Albert: Beynin. O vücudunun parçasıdır. Tırnakların gibi. Ya da kalbin. Seni sen yapan kalbin mi?


Christy: Çünkü beynimde bir tür ses var. Düşünen ve hisseden parçam. Var olduğumun farkında olan bir parçam.


Albert: Yani var olduğunun farkındaysan varsındır. O yüzden hala buradasın… Bak, beyin sadece ettir. Çürür ve yok olur. Gerçekten sadece bundan mı ibaretsin?  Mesela şu anda evindesin. Sen evindesin. Bu sen evinsin demek değildir. Ev çöker sen dışarı çıkar ve uzaklaşırsın.


Christy: Görünüşe göre ben onu yeniden yaptım.


Albert: Bir vücut görüyorsun çünkü görmek istiyorsun. Görmeyi seçtiğimiz şeyleri görürüz. Sana bir şey göstereceğim.






Albert: Düşünce gerçektir. Fiziksel olan ilüzyondur. Çelişkili, değil mi?

Christy: Bu gerçek. Boyalara ne oldu?


Albert: Boyaya ihtiyacın kalmadı. Burası artık senin dünyan. Düşünce gerçektir. Fiziksel olan ilüzyondur. Çelişkili, değil mi?


Christy: Tanrı nerede peki?


Albert: O yukarıda. Bir yerde. Bize bizi sevdiğini haykırıyor.


Böylelikle senaristimiz, ölümden sonraki yaşama bir açıklık getiriyor, var olduğunun farkındaysan varsındır. Bunun farkında olmak için yani düşünmek için fiziksel bedene ihtiyacın olmadığına göre fiziksel olarak öldükten sonrada hala varlığını sürdürebilirsin diye açıklamışlar burada durumu…


Albert’ın görevi kaybolan ruhlardır ama Christy bu ruhlardan biri değildir, onunla özel olarak ilgilinmesi işi gereği değildir, nasıl ki öldükten sonra herkes kendi cennetini kurgulayıp orda varlığını sürdürebiliyor ise aynı şekilde de nasıl göründüğüne de kendisi karar verebilmektedir. Albert, Christy’nin en çok sevdiği ve güvendiği insandır. Herkes hala hayatta iken oğlunun en çok istediği şeyde babasına kendisini ıspat etmek ve güvenini kazanmaktır, Albert olarak karşımıza çıkan kişinin aslında Christy’nin oğlu olduğunu öğreniyoruz ilerleyen dakikalarda, oğluyla olan dertleşmeleri ve sonunda birbirlerine destek çıktıkları sahnelerde bir okadar duyguludur. İzlerken tüyleriniz diken diken olacak.


 



Christy: Eğer lanet olası cehennemden geçiyor olsam bu kahrolası dünyada yanımda olmasını isteyeceğim tek bir insan olurdu.

 


Albert: Beni okulumdan nasıl alabilirsin? Bunu nasıl yapabilirsin? Bu benim hayatım. Başaracağıma inanmıyor musun? Yani yani eğer gerçekten asılırsam.


Christy: Ama daha fazla çabalamalısın. Bu senin kanında var.


Albert: Ben sen değilim. Suratına bir tokat yemek gibi bir şey. Bir kapıdan giriyorsun ve bütün o çocukların adeta yutarcasına sınavı cevapladıklarını görüyorsun. Ve senin için bu bir hayal gibi. Her gün gördüğüm şey sen ya da diğerleri kadar iyi olmadığım. Ama bu pes edeceğim demek değil.


Christy: Nasıl hissediyorsun? Beni ilgilendiren seni okuldan alıp almamak değil. Her gece yattığın zaman nasıl hissetdiğin.


Albert: Biraz korkuyorum.


Christy: Ben sana inanıyorum. Eğer lanet olası cehennemden geçiyor olsam bu kahrolası dünyada yanımda olmasını isteyeceğim tek bir insan olurdu.


Gelelim Christy’nin kızına, bu filmde kimse göründüğü gibi çıkmıyor karşınıza, ipuçlarını takip ettiğinizde kim kimdir ortaya çıkıyor :) Christy, karşısında Albert olmasını beklerken Singapurlu bir uçak hostesi çıkıyor, onun da asıl işi hayvanlarla ilgilenmek ama Albert’ın ricasıyla Christy ile bu seferde kendisi ilgileniyor, onu kendi cennetinde bir yürüyüşe çıkarıyor, gördüğü bu cennet, hostesin ona olan acıklı acıklı bakışından ve konuşmalar sırasında sarf ettiği bir takım sözlerden de bu defa karşısında duranın biricik kızı olduğunu anlıyor.


Leona: Albert seni neşelendirmemi söyledi. Biraz zorluk çekiyormuşsun.


Chrisy: Karımı kaybettiğim için.


Leona: Peki çocukların?


Christy: Onlar yıllar önce öldü. Yani karım için endişeleniyorum. :)


 



Christy: Hala satranç oynuyor musun? Leona: Sanırım oyun arkadaşımı bekliyordum.

Leona: Bir keresinde Singapur'a uçmuştuk ve babam uçuş görevlisine gülümsemişti. O da böyle görünüyordu. Ve yakasında bu isim yazıyordu, Leona. Demişti ki Asyalı kadınlar çok sevgi dolu gururlu, zeki.


Christy: Söylemek istediği..


Leona: Biliyorum. O öylesine söylemişti. Ama ben büyüdüğüm zaman bu olmak istiyorum diye düşündüm.


Christy: Hala satranç oynuyor musun?


Leona: Sanırım oyun arkadaşımı bekliyordum.


Dikkatinizi çekmiştir, herkes ölmüş olsa bile bir türlü Annie’yi cennette göremeyiz. Albert ortadan kaybolmuştur, döndüğünde ise kötü haberi Christy’e verir. Annie intihar etmiştir ve yaşam-ölüm döngüsünde doğal süreci bozmuştur. Diğer bir deyişle öldükten sonra kendi cehenneminde hala yaşıyormuşçasına ve yaşarken üstesinden gelemediği sorunlarla sonsuza kadar yüzleşmek durumunda kalmıştır. Bu haberden sonra, Christy cennetten cehenneme giden bir yolculuğa çıkar, hayattayken Annie’yi yalnız bırakmıştır ama bu defa aynı hatayı yapmayacaktır. Bu yolculukta nereye gideceğini bile bilmez, Annie’ye olan sevgisi onu bulmasında tek araçtır. Yol boyunca Annie’nin korkularından yaratılmış yollardan geçer öyle ya cennet gibi cehennemde kişiye özgündür orada.


 



Annie: Herkes dans ederken kendimi yüzlerden oluşan bir denizde yapayalnız hissediyorum.

 


Annie: Benim için dansa gelmelisin. Herkes dans ederken kendimi yüzlerden oluşan bir denizde yapayalnız hissediyorum.


Filmin bundan sonrasını anlatmayacağım, hiç değilse sonunu kendiniz izleyip öğrenebilirsiniz :) Hayatımın filmidir bu film, kaç defa vcd’sini alıp, sonrasında bir şekilde kaybedip tekrar yine almışımdır. Her seferinde aynı sulu gözlülükle izleyip sonunda mutluluk gözyaşları dökmüşümdür.  Bu yazıyı yazmasaydım hiçbir zaman burası benim bloğum olamazdı. Ohhh rahatladım, umarım sizde benim gibi seversiniz filmi :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...