30 Haziran 2011 Perşembe

Beyaz Atlı Prensler ile Amerika Çıkarması...

Aslı'nın bloğunda okuduğum Koreli ve Türk Prensleri'nden sonra ben de gaza geldim ben de kendi karmamı yaptım dayanamayıp :D  işte!


Gerçek hayatta kesinlikle (çölte ante!! diyeyim de tam vurgulamış olayım :) ) ajusshici değilim ama sıra ünlü beyaz atlı prenslere gelince işin boyutu değişiyor :) Mesela benim kendi çapımda biyografisini çıkaracak kadar sevdiğim ilk 2 ünlü 1963'lüydü  :) İşte benim O 63'lü Prenslerim! Şimdi kral oldular o da ayrı :P :)



1963'Lü Beyaz Atlı Prensler



William Bradley Pitt - 18 Aralık 1963


Bir Se7en olsun, Interview of the Vampire yada Legend of The Fall olsun, bunları izleyip de bu adamı sevmemek olmaz. Bende öyle sevdim açıkçası, özellikle 1995-1997 yılları arasında severek takip etmiş sonra yerini başka bir 63'lü prense devretmiştim.  tabi bu dönem benim ortaokul yıllarım, bütün sınıf arkadaşlarım da bu takıntımı bilirlerdi, facebook'a ilk üye olduğumda bu arkadaşlarımdan hemen Brad Pitt konusunu açanların sayısı da az değil hani :) Ah ah Gwyneth Paltrow ile çıktığı o dönemler neydi öyle, hatun 24 yaşında kapmıştı Brad'i. Gerçi onun rekorunu 18'indeyken Brad'i marullayarak kıran Julliet Lewis var ama olsun :) Son durum ise bildiğiniz gibi Angelina Jolie cephesinde gelişmektedir, çift 6 çocuklu bir yaşam sürmektedir şu sıra :) aten teee Gwyneth Paltrow ile çıktığı dönem 6 çocuk istiyorum diyordu bu Brad oğlan. Sonra Jennifer Aniston ile evlendi. Hatun onu oyaladı durdu "ha çocuk doğurcam ha doğuramam psikolojim bozuk" diye diye, sanki Pitt onu bekleyecek de! Zaten beklemedi, uyanık Angelina kaptı oğlanı :D  Ah ah son kez şu üstteki fotoya bir göz gezdirip sıradaki 63'lü prense geçiyorum çingular...



James Alan Hetfield - 3 Ağustos 1963


Benim zamanımda So Ji Sub yoktu ben de James Hetfield'e çok üzülürdüm :S 13 yaşındayken babası tarafından ailece terkedilmiş, 18 yaşındayken annesini kanserden kaybetmiş. Sonrasında ise düşmüş yollara, annesinin ilk evliliğinden olan abisinin yanına gitmiş önce, sonra da kendisini Metallica'nın bir parçası yapacak o süreçten geçerek yeni bir yaşam kurmuş. Aslında yıllarca alkol problemiyle uğraştı durdu. Koca adam olup evlendikten sonra anca tedavi olabildi ne yazık ki. Ama her zaman güçlü bir imaj çizdi, onu sevenlerde onun bu hayat karşısında kırık kanatla da olsa sert durmasını ve hayranlarına karşı her zaman dürüst olması nedeniyle sevmiştir. Şarkı sözlerinin bir çoğu onun elinden çıkmadır. Ve özellikle Escape'in sözlerine her zaman bayılmışımdır. Hayatının her evresini biliriz bu sebepteb. Tabi bir de Some Kind of Monster belgeselini izleyecek olursanız onun ve diğer grup üyelerinin hayatına dair çok özel ve samimi anlara tanık olacaksınız emin olun, hatta James'in alkol ve ruhsal tedavi gördüğü dönemde bu belgeselde derin bir iz bırakır.


Müzik zevklerim her geçen sene daha bir farklılaşsa da bu sebeple Metallica'nın yeri her zaman ayrıdır benim için. Özellikle de James'in yeri tabi, şimdilerde Francesca Hetfield ile evli 3 çocuk babasıdır kendisi, böyle tatlı bir adamın yanında Francesca'nın hiç bir şekilde fotojenik olmayan fotolarını görürseniz internette, sakın ha burun kıvırmayın. James'e o özlediği aileyi kuran da O kadındır. Aman diim yani ;) Hatta 40'ından sonra yaptırdığı vücudundaki onca dövmenin arasında ellerinde iki harf mevcuttur. Biri Metallica'nın M'si diğeri ise Family'nin F'sidir.


Şu iki oppayla ilgili yazımı okuduysanız eğer içimde oppalarımı evli ve çocuklu görmek isteyen anaç bir yanın olduğunu farketmişsinizdir. So Ji Sub'da inşallah tohuma kaçmadan evlenip yuva kurar bir gün :D Belki yüzüne biraz kan gelir çocuğun, her ne kadar hayranlarıyla iletişimini kuvvetlendirdiyse de yine de içine kapandıkça kapandı son yıllarda, gözümden kaçmıyor değil yani ;)


Hazır James lafını ağzıma dolamışken bir de Jamesgillerden Beyaz Atlı Prenslerimi sıralayayım :D



Jamesgillerden Beyaz atlı Prensler :)



James Marsters - 20 Ağustos 1962


Buffy The Vampire Slayer ve Angel'ı izlerken şu Spike'ın yaşı kaç diye bir bakasım gelmişti ve öğrendiğimde şok olmuştum. 20lik Buffy'nin yanında bu adamın 40 yaşında olduğuna inanamıştım, ölümsüz bir vampiri oynaması tevekkeli değilmiş ama! bizzat anladım hemen :D Kendisi tiyatro kökenlidir, hatta yanlış hatırlamıyorsam kendisinin de kurucusu olduğu bir tiyatrosu ve müzikle uğraştığı için ayrıca bir rock grubu da var. Listeme giren ilk orta boylu prenstir bu arada, normalde 1,80'nden aşağı olanlar barajı aşamaz ben de ama Spike istisna tabe :D



James Douglas Morrison - 8 Aralık 1943/3 Temmuz 1971


Jim Morrison hakkında çok fazla yorum yapmaya gerek yok sanırım. 27 yaşında öldüğünde çoktan 68 kuşağının efsane isimlerinden biri olmuştu. Yanındaki hatun onu elinden geldiğince çekip çevirmeye çalışan, oraya buraya karaladığı şiirlerini derleyip okunacak hale getiren Pamela Courson'dır. Olaylı ilişkilerine rağmen ikisini ayrı ayrı düşünmek olanaksız, hatta onca yıl geçmiş olmasına rağmen Jim'i başka isimlerle kimseye anmaya pek yanaşmaz hep üstü örtülür o isimlerin. Hep öteki kadın olmakla kalır diğer kadınlar. Şimdi nerelerdedir ne yapar bu Pam derseniz eğer, Jim'in olaylı ölümünden 3 sene sonra Pam'de ona katılıp göçüp gitmiştir derim. Bize de böyle fotolarına bakıp hüzünlenmek kalır tek :S


İşte efendim benim Beyaz Atlı Kart Prenslerim bunlar, dikkat ettiyseniz hepsi gözkapakları etli olanlardan :D gizli çekik diye de yorumlayabilirm onları :P Diğer taraftan yoruma çok açık bir liste yaptım farkındayım ama beni de böyle kabul edin olur mu :D


Sonraki yazıya kadar sevgi'lerimle ;)

29 Haziran 2011 Çarşamba

mİm - En Acıklı Yeşilçam Filmleri

En güzel mim bu mim sanırım =) Okuyanların arasından nadiren izlemediği ya da bilmediği filmlerden bahsedeceğiz bu sefer. Telif hakkı Lafea’ya aittir dikkat, Arwenty ve Masalevi sağolsun bana da paslamışlar :) Efendim konumuz en acıklı nostaljik Türk filmleri… İnsan önce oh çok kolay bu mim, 2 dakikada yazarım ben bunu diyor ama sonra hangi birini saysam ki demeye başlıyor. En azından ben de öyle oldu, bir de herkesin ortak sevdiği filmler var ki sizden önceki arkadaşlar miminde yazmışsa onlardan da vazgeçmek durumunda kalıyorsunuz  :) “Dönüş” ve “Selvi Boylum Al Yazmalım” da bu filmlerden bir kaçı ama neyse ki deniz de kum yeşilçam’da film bitmez. Ben de bilinçaltımın derinliklerinden birkaç filmi sizin için seçtim. Hatta bazılarını oturup tekrardan izledim - oh sefam olsun - :) İşte başlıyoruz…



Ah Müjgan Ah 1970


Sadri Alışık dediniz mi ben hep bu filmi hatırlarım, halbuki Turist Ömer serisine de bayılırım ama bu filmin yeri ayrıdır benim için, özellikle de final sahnesine. Zaten kore film veya dizilerinin aksine bizim filmlerin sırf final sahnesi bile yeter, kaç defa televizyonda dönüş filminin sırf sonunu izlemişimdir. Başını zaten ezbere biliyoruz, misal her Al(a)manya’ya mektup yazılışında Türkan Şoray’ın başına gelenler hepimizin içinde öfke kıvılcımları çakmıştır öyle değil mi? Sonrasında ise dönüş sahnesi ve o duru ses eşliğinde Hasretinle Yandı Gönlüm şarkısı. Müjdat Gezen’in teyzesiydi sanırım Seha Okuş… Bir dakika yahu ben başka bir filmi anlatacaktım :) Hopp geri vitese alıyorum kendimi …


Yeşilçam



Bindokuzyüz ile başlayan senelerden birinde bir Yeşilçam yükselir Türk Sineması’nda. Ayhan Işık, Belgin Doruk, Sadri Alışık, Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal ve daha nicelerini önce yazlık sinemalarda sonra siyah-beyaz ekranda izleriz. Bizim kuşak ise TRT ve ilk özel kanalların etkisiyle tekrar tekrar izleme şerefine nail olur, ah tabi bir de 90larda patlak veren VHS-Beta Video Kaset tutkusu ile kasetçilere akın eden ailelerimiz sağolsun. İstanbul’da boş topraklar olduğunu şahsen ben o filmlerden ilk görmüşümdür. Hayal gibidir bir bakıma bizim için Yeşilçam filmleri, Gülşen Bubikoğlu’nun hep aynı kuş motifli merdivenlerden indiği hep aynı evde, aynı oyuncu kadrosuyla ama farklı filmler çektiğini görür ama hiç de yadırgamazdık. Tarık Akan’da hep gönlünü çalmasını bilirdi Gülşen Teyzemizin, zaten biz de dünden razıydık yeter ki onlar kavuşsun birbirlerine. Hep böyle aşk filmleri izlemedik tabi, 50’lerde başlayan köyden kente göç, 80’lere yaklaşıldığında daha bir vahim hale gelir, 80’ler zaten siyasi olarak da çok çalkantılıdır. Haliyle Yeşilçam’da bundan nasibini alır, sosyal içerikli aşk filmleri daha bir artar. Benim sevdiğim filmlerin birkaçı da bu döneme denk düşüyor, tüm bu laf salatası ondan yani :)



Hüsnü ile Asiye kızı Müjgan’ın yuva kurma hayalleriyle başlayan filmde önce saf aşıkları ve 50 kuruşluk gazozlarını içerken kurdukları hayalleri izleriz.


Müjgan - Aaa! Döktün. Kısmetin taştı.


Hüsnü -  Aaa! İnşallah Müjgan. Hep böyle sürüp gitmeyecek ya bu fukaralık. Bir paralar kazanacağım, aliyülala*bir şekilde yaşatacağım seni inan.


Müjgan - Fazla bir şeyde gözüm yok benim. Seninle olayım, sana kavuşayım yeter bana.


Hüsnü - Biliyorum ve de bu sebeple böyle içim taşıyor. Gazoz gibi. Evimizin misafir odası olsun istiyorum. Elektriği suyu olsun istiyorum. Böyle seni çeşmelere falan göndermeyeceğim. Topuzlu karyolamız, aynalı konsolumuz, kadife masa örtümüz bile olacak.


Müjgan - İnşallah.


Hüsnü - İnşallah Müjgan.


Sonra o hayaller yavaş yavaş kaybolur.  Mal mülk sevdalısı Asiye ana kızının da aklını çeler, Hüsnü'den soğutur. Müjgan yuvası için para biriktirmek umuduyla bir terzi evinde işe başlar, zengin hanımların girip çıktığı bu yerde Müjgan fakirliğini hor görmeye başlar. Patronun oğlu takılır bir de peşine, bu noktada Asiye hanım olaya müdahale eder ve ne yapıp edip evlendirir Müjgan'ı o zengin çocukla. Hüsnü için çok ağır bir darbe olur bu, "Ah Müjgan Ah" der ama kimseye de Müjgan'ın arkasından beddua ettirmez...


Müjgan evlendikten sonra Asiye anne rahat durmaz görgüsüzlüğüyle bezdirir kızı ile damadını, kızının bu zengin yuvasını kurduğu gibi de bozar zamanla. Önce Asiye hanım sonra Müjgan kapı dışarı edilir. Mahallesine geri dönmek ister bir umut ve de Hüsnü'ye. Filmin son sahnesinde ilk göz ağrısını çalıştığı ve zenginleştiği gazinoda anlatır tek tek Hüsnü, önce ders verir herkese anlatırken acıklı aşk öyküsünü sonra şarkısını söyler. Benim bittiğim sahnedir o an.


Ah Müjgan Ah 1970 - Son Sahne


Semtimizin bir tanesiydi Müjgan. Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür.

Elleri ufacık, gözleri dört defa lacivert.

Ve de ne her ne hikmetse, bu da bana gönüllüydü. Öyle bir sevdim ki Müjgan'ı. Dünyamı şaşırdım. Haddimi bilemedim. Evleniriz gibi geldi bana. Evimiz, yuvamız olur. Işığımız yanar. Fakir soframız kurulur gibi geldi. Sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-ü hülya kurardık. Sonra da çarşılara giderdik. Eşya beğenirdik, elden düşme. Aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı. Müjganım her an, her bir daim yanımda olacaktı. Ama olmadı, gitti. Nereye mi gitti? Paraya gitti abiciğim, paraya.


...


Nikah resimlerimizi de çektirdik. Sonra, karpuzcu Raşit abinin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştım. Ama Müjgan takmadı bunu. Takamadı. Uçuverdi elimden. Meğer, gizlice bir altın kafes bulmuş kendine. Müjgan'ın gelinliğini hususi diktirmişler. Benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar. Öyle sevindim ki mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim. Müjgan gibi, ben de birbirimize verdiğimiz sözleri ettiğimiz yeminleri unuttum. Bir daha mahalleye gelmedi Müjgan.

Gelemedi.

"Bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş" dediler. "Senede bir kaç ay zaten, Avrupa’daymış" dediler. "Zaman şifalı bir ilaçtır, unutursun" dediler. Unuttum ben de. Hiç aklıma gelmiyor.

Hatırlamıyorum bile Müjgan'ı.

Hatırlamıyorum.

Ah Müjgan Ah, o son sahnenin bütün diyaloglarını yazmak vardı ama tutuyorum kendimi, en iyisi videoyu izleyin :)


Bu arada bu film 70 yılında çekilmiş ve dikkatli seyredildiğinde o dönemde kadınların çalışmasına ne gözle bakılıyormuş onu da anlayabilirsiniz. Örneğin Müjgan daha sözlüyken önce Hüsnü'den izin alıyor evlenene kadar çalışayım bari diye.  Çalışmaya başladığında ise terziye gelen müşterilerden biri Müjgan'a üstü kapalı hayat kadını olsan daha çok para kazınırsın diye teklifte bulunuyor. İşin özeti kadının yeri ya baba ocağı yada kocasının yanıdır, eğer kadın çalışmaya başlarsa bütün pislikler onu bulur, en iyisi temiz temiz evde oturmalı düşüncesi belirgin şekilde var. Ama 1970 yılı bu, bildiğiniz gibi aradan 40 sene geçmiş artık öyle şeyler hiiiiiç yook :) Nostalji oldu bu düşünce de, o filmler gibi (yalandan kim ölmüş :P ) :)



Umutsuzlar 1971



Yılmaz Güney'e saygı duymakla birlikte ağır dram ve gerçekçilik taşıdığı için filmleri içimi dağlıyor ve izleyemiyorum hiç bir şekilde. Ama bu film herhalde en hafif dram olan filmlerindendir. Başrolleri Filiz Akın'la paylaştığı filmin konusu ise, zor ve acımasız bir hayat süren bir mafya babasının bir kadına aşık olması ve siyah-beyaz arasında gidip gelirken yeraltı dünyasını mı sevdiği kadını mı seçeceği üzerinde durur. Tabiki Türk filmlerine yaraşır bir sonla biter film. Nasıl mı? Silahı elinde ama aşkı tarafından terkedilmiş bir şekilde ölmektense, sevdiği kadına yıllarca elini kana bulayan silahını teslim ederek ölüme yürür.  Zaten ölüm kapıdadır ama son bir seçim yapar ve mafya babası olarak değil sevdiği kadının aşkı olarak temiz bir şekilde ölüme yürür.


Umutsuzlar 1971 - Son Sahne


Ben böyle bir sahneyi bir de 1993 yapımı ve başrolü Rob Lowe'ın oynadığı Frank&Jesse filminde görmüştüm, tabi hemen "biz bu finali sizden çoook önce yapmıştık" :D dedim gururla :)



Hababam Sınıfı Uyanıyor 1977



Hem güleriz hem ağlarız bu filmde öyle değil mi? Rıfat Ilgazı'ın bu ölümsüz eseri yeşilçam'ın en önemli yapımlarından biri haline gelir. Hababam Sınıfı serisi içinde ise en sevdiğim film Hababam Sınıfı Uyanıyor'dur. Hababam Sınıfı bu defa ilk kez bir öğrenci mezun eder. Bu kişi yokluk içinde okumuş ve hayali öğretmen olmak olan Ahmet'tir. Hababam tayfası onu kendi tarafına çekmeye uğraşsada filmin sonunda hababam sınıfı yola gelir ve Ahmet'ten esaslı bir hayat dersi alırlar. Bu yönüyle filmin konusu bana her zaman çok dokunmuştur, güldüğüm sahnelerden çok ama hep o Ahmet'in Hababam'a serzenişi aklıma gelir. Hababam hep yanlış mı yapar? Hayır! Onların da bize verecekleri bir ders vardır.


Tarih hocalarından illallah etmişlerdir ve hocaları onları sürekli siz nasıl öğrencilersiniz, ülkeyi size mi emanet edeceğiz? diye aşağılamaktadır.  Hoca böyle der de Hababam altta kalır mı hiç! İşte Hababam Sınıfı'nın hocaya ve ekran başındaki bizlere verdiği o büyük ders!







Hocam. Hababam Sınıfı da olsak Atatürk'ün
Gençliğe Hitabesi'ni ezbere biliriz.



Gülen Adam 1989



Kemal Sunal'ın başrollerini Aydan Burhan, Bilge Zobu ve Hababam Sınıfı Uyanıyor'da Ahmet'i oynayan Ahmet Sezerel  ile paylaştığı film, 80ler sonrası İstanbul'da yaşanan çarpık kentleşmeyi ve fakirliği vurucu bir şekilde anlatmaktadır. Kemal Sunal'ın hayat verdiği Yusuf karakteri, dünyaya gözlerini ağlayarak değil gülerek açan ve doktorların açıklama getiremediği bir vakadır. Çok zor bir hayatı vardır ama kimse ona bir damla gözyaşı döktürememiştir. Başına ne gelirse gelsin hep güler Yusuf...


Fakirliği içinde bir kızı sever o da onu, kızın zabıta babası evlenmelerine mani olmaya çalışır ama yinede evlenirler. Film boyunca fakirliğe boyun eğmeden geçinip gitmeye çalışırlar. Önce zar zor ev kurarlar, İstanbul'da ev kurmak kolay mı? Gecekonduya yerleşirler, zabıta kayınbaba rahat vermez yıkar evlerini, Yusuf'un çözümü hazırdır, tekerlekli gecekondu :D Bu sahneyi bilmeyeniz yoktur sanırım, Kayınbaba takmıştır kafasını damadına ve evini başına yıkmaya gelir yıkım ekibiyle, Yusuf ve Naciye ise hop evden aşağı inerler, altından girer üstünde çıkarlar bir bakmışsınız ki gecekondunun tekerlekleri var, alırlar evlerini sırtına başka yere sürerler. Kayınbaba kalır öyle tabi :) Ama zaman öyle kötü ve acımasızdır ki çok geçmeden kayınbaba da evinden olur sokaklara düşer. Yusuf ve Naciye sahip çıkar ona tabi :)


Onca eziyete onca zulüme güler geçer Yusuf. Ama bir gün bir oğlu olur, Naciye derki adı Umut olsun! İşte o final sahnesinde, Umut'un o ilk nefesini yani ağlamasını duyan Yusuf,  hiç dökmediği kadar gözyaşı döker ve bir kalemde özetler hayatını...


Gülen Adam 1989 - Son Sahne


Yusuf : Umut güzel isim ama ağlıyor hep ağlıcak mı?
Neden!
Ben ağlamadım hiç!
Naciye : Ağlıyorsun!
Dr Oktay: Evet ağlıyorsun. Çok mu mutlusun?  Ondan mı ?
Yusuf:  Evet çok mutluyum ama ondan ağlamıyorum. Kahroluyorum
Dr Oktay : Neden?
Yusuf : Ben herşeye güldüm geçtim ama oğlum ağlıyor!
Hep ağlıcak mı? Hakkım yok! O'nu dünyaya getirmeye hakkımız yok!


Dr Oktay: Nereye?
Yusuf : Oğlumun ağlamadan büyüyebileceği bir yere..
Dr Oktay: Öyle bir yer var mı?
Yusuf : Arayacağım
Belki vardır! Günün birinde bulurum elbet!



Arkadaşım Şeytan 1988



Bu film  diğerlerinden çok farklı nostaljik de değil üstelik ama bahsetmeden geçemeyeceğim bu filmden. Nasıl anlatsam acaba, şuan kelimeler beynime hücum ediyor ama nasıl ifade edeceğimi yine de bilemiyorum. Çünkü hem ironik / güler misin ağlar mısın tarzında bir film bu hem de benim filmi ilk defa izlediğim yılların değişik atmosferi var üzerimde. Hatırlamaya çalıştığımda, sanki bir hayal alemindeyim, televizyon karşısında yere çömelmiş abimle bu filmi izliyorum. Çocuk aklımla Fatih'in (Mazhar Alanson) şeytana(Ali Poyrazoğlu) nasıl ruhunu sattığını hatırlıyorum. Sonra o "ruh" şeytanın elinde bir yumurtanın içine hapsoluyor film boyunca. Karşılığında da şeytanın Fatih'in tüm dileklerini gerçekleştirmesi lazım. Fatih'in o isteklerine gelirsek, kendisi idealist bir müzisyendir ama ne çıktığı barda onu dinleyen vardır ne de hayatını kazanmak için yaptığı reklam cingılları ona mutluluk vermektedir. Efsane bir müzisyen olmak istiyordur, değeri anlaşılsın, şan şöhret kazansın istiyordur. Bu uğurda şeytana ruhunu satmaya bile razıdır. Bunu düşünmekle kalmayıp bir de dile getirince olan olur. Şeytanı bulur karşısında, söz kesilir, ruh teslim edilir. Geriye şeytanın bu istekleri gerçekleştirmesi kalır.


Ama devir kötü,insanlar yoldan çıkmış her biri birer kör şeytan. Bizim şeytan bile Fatih'e yardım edemez sonunda. Tuhaf, akıllıca kurgulanmış ve enteresan bir filmdi her bakımdan. İzlemeden geçmeyin derim bu filmi.  İzlemek için şu adresten faydalanabilirsiniz.  Az önce de dediğim gibi ağlamadım bu filme nostaljik sınıfına da girmiyor ama bilinçaltımın derinliklerinden işte bir de bu film çıktı n'aparsınız :D


Sıra bu mimi birilerine paslamaya geldi, daha önce hiç mim göndermediğim  çingulara gitsin bu sefer... Denizkızı ve  Koredelisi çingum! zor ama keyifli bir mim paslıyorum size, umarım siz de benim gibi seversin ;)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Namnamnam'dan Mim Gelmiş, Hoşgelmiş :D

Pek sevgili Hikaruivy çingumdan mim gelmiş bana, bu sefer kolay yerden sormuş sağolsun :D Gerçi istesem ben bunu 13 bölümlük yazı dizisi yaparım ama çok şanslısınız ki sizi de kendim kadar çok seviyorum, tez elden mimi bir defada yazıp postalayacağım ( hadi gene iyisiniz ;) )


Hayalindeki meslek nedir?


Üniversitede hoca olmak, bence gençliğin iksiri kampüs toprağında mevcut, bir nevi neverland orası hatta :)  Şuan için kamuda çalışmak istiyorum ama asıl hedefim bu ne yalan söyleyeyim. İnşallah ben bu hayalimi elde edene kadar memleket elden gitmez :) Yeri gelmişken lise 2'de bizi gaza getirmek için Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü'ne götüren fizik hocama burdan saygı ve selamlarımı iletirim, hocam çok hayır duası aldınız benden umarım dualarım yerini bulmuştur.



Newton'un Hareket Kanunlarını sizden iyi anlatan yoktur herhalde, o konuyu anlatmak için tahtaya tank, bilardo topu vs gibi bilimum hayal gücü gerektiren her türlü nesneyi çizmiştiniz, hatta ben de yıllarca o fizik defterimi saklamıştım başkasına lazım olur diye ama kaybolup gitti sonunda ( :( ) İşin komik tarafı çevre mühendisi oldum fizikçi değil, tamam mühendis olduğum için fizik gene lazım ama kimya ve biyoloji şuan hayatımda daha büyük bir yer kaplıyor. Yine de teşekkürler hocam sağolun varolun :)


Yazın sürmeyi en sevdiğin parfüm?


Mümkünse buram buram deniz ve kum kokmak isterim ama nerdeee. Parfüme bir kimyasal gözüyle baktığım için pek bana sevimli gelmesede bir ihtiyaç olduğunu kesinlikle kabul ediyorum :) Kuzenimin hediyesi Avon Fergie's Outspoken, sürdükten sonra mis gibi kokmanın yanında sesiminde Fergie gibi olduğunu hayal ediyorum, bir taşla iki kuş :P



En önemli makyaj hileniz?


Hikaruivy ile ortak bir hilemin olduğunu öğrendiğim gündür bugün, o yüzden başka bir hileye geçeyim. Efendim benim dudaklar en şekilsizinden etli bir dudaktır.  Neden şekilsiz derseniz, dudak çizgim belli bile olmayacak şekilde açık  renktedir, kalem sürmeyi de hiç sevmem böğğğ :S Vaktiyle bir arkadaşım da bana şöyle bir tüyo vermişti; açık renk ruj sürdüğünde... mesela bu renk pembe olsun bir de pembenin koyu bir tonu olan (vişne çürüğü gb) bir rujla dudağının iç kısmını hafif fırça darbeleriyle boyarsam dudağımın daha belirgin ve hacimli gözükeceğini söylemişti.  İç kısımdaki koyu ton dudağa daha derin bir izlenim veriyor bu yöntemle. Olurda lipstick dışında ruj süresim gelirse bu yöntemi uygularım her daim :)


Çay mı kahve mi? Şekerli/şekersiz,Sütlü/sütsüz?


Pek tabiki çay çay çay! Bana kolayı unutturan yegane içecektir çay, çok da akıllıdır kerata, uykum kaçsın istediğimde uykumu kaçırır, "uykum gelsin, dinleneyim azıcık" dediğimde de uykumu getirir :) ama pasta benzeri bişi yiyorsam kesinlikle nescafe, ya da falım geldiyse Türk kahvesi :)


Tam şu anda kucağınıza bir cin düşseydi ve 3 dilek hakkiniz olduğunu söyleseydi, ne olurdu?


Gölgelerin gücü adına deyip hop havaya kaldırırım önce cin de korkudan "dile benden ne dilersen" der zaten :)



1. Dileğim


Temiz bir dünya istiyorum desem :) Düşünseniz İstanbul Boğazı'nda yüzüyorsunuz, kıyılardaki tüm belediyelerin "Belediye Plajı" var :) Ohhh süper olurdu :) Ji Sub'um da her sene gelip "Kıtalararası Boğaziçi Yüzme Yarışı"na katılırdı ne güzel :)


2. Dileğim


Üniversitede hoca olmak istiyorum ben :) istiyorum istiyorum istiyorum :)


3. Dileğim


Bir sürü yabancı dil öğrenip, şakır şakır konuşmak isterdim. Ferzan Özpetek filmlerini dublajsız izlemek, Rus klasiklerini orjinal dilde okumak, fransızca şarkılar söylemek, So Ji Sub'a kahve falı bakmak isterdim o dillerle :D


Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği ve tatli. Bu öğünlerden ömrünüz boyunca yalnızca bir tanesini seçmek zorunda kalsanız,hangisi olurdu?


Kahvaltı tabiki :) Hikaruivy'den kopya çekmek gibi olmasın kahvaltı sarayı benzeri yerlerin hastasıyım... zeytin, peynir ve yumurtadan hayatta şaşmazdım, simiti de untmayalım :D Oh mis gibi..


Eğer Hello Kitty olsaydınız, kurdelanız ne renk olurdu?


Gluk Gluk, hello kitty derken :) bi düşüniim pembe olsun bari, aslında canlı yeşil rengini çok severim ama kurdelada güzel durur mu bilmem, pembe diyorum ben :)


Eğer ömrünüz boyunca yalnızca bir tane takı takma seçeneğiniz olsaydi bu ne olurdu?



Valla bu soruyu soran kaşındı, bu da bir takı sonuçta hem de tam takım :D


Sahip olmak istediğiniz bir yetenek ?


Piano çalmak isterdim ben, hatta mümkünse Aslı'da çalsın birlikte şöyle Piano Battle yapalım sonrasında :)







Bitince almaya devam edeceğiniz bir kozmetik ürünü?

Diş macunu ve şampuan olmazsa olmazım, ama katı el sabunu olmaksızın yaşayamam, el sabunum kirlenmesin(!) diye önce sıvı sabunla yıkayıp sonra el sabunuyla yıkarım her daim. Huyum kurusun bende böyle bir insanım işte :)



Eğer geleceği görme şansınız olsaydı, görmek ister miydiniz? Evetse tam olarak neyi görmek isterdiniz?


Ya ben korkuyorum bu sorudan, bilmek istemiyorum desem, şahsen çok çalışıp sabredilince istediğimiz şeylerin gerçekleşebileceğine inananlardanım ben ama çalışmak şart, burnundan kan gelmezse olmaz yani :P


Gizli ünlü aşkınız kim?


Gizli derken :D So Ji Sub... So Ji Sub... So Ji Sub...



Neden blog tutmaya başladınız?


Sevgili arkadaşım Gizlidenbirdeyiş ısrarla bana blogspot'ta blog açmamı önerdi hatta ilk yazılarımı onun gazıyla yazdım, sonrasında Aslıcım beni wordpress'e transfer etti, sonra bir gün bir mavi bana misafir geldi, dediki yalnız değilsin bizde varız :) böyle böyle blog camiasına adım attıım :D


Bu mimi de Aslı ve winpohu'ya paslıyorum çingular :) Kolay gelsin size :)


So Ji Sub - Biyografi: 7. Bölüm Final


03 Eylül 2010 - So Ji Sub No.1 Kangwon için Turizm Elçisi olarak atandı. (1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)


So Ji Sub için 2010 ayında Kangwon Bölgesi’nde geçirdiği tatile dair bir fotoğraf albümü çıkardı demiştik önceki yazımızda.


The Journey of So Ji Sub / The Way Photo Essay


 


Bu albümünden sonra, So Ji Sub 3 Eylül günü resmi olarak No.1 Kangwon için Turizm Elçisi olarak atandı. 53 senesinden sonra yani savaş sonrası askeri bakımdan silahlandırılmış bir bölge olarak kalkındırılan Kangwon Bölgesi için seçilen ilk Koreli sanatçı olan Ji Sub için kendi adını taşıyan bir de yol hazırlanmaktadır, So Ji Sub adlı yolun 2012 yazında bitmesi planlanlanmaktadır. Ji Sub’un uğurlu sayısı olan ve kendi ajansına ad veren 51 sayısı bu özel yolun da 51 km uzunluğunda olmasına ilham vermiş. Ji Sub’dan önce benzer şekilde Jeju Adası’nda Olle Yolu ve Jiri Dağı’nda da Dullae Yolu turizme açılmış ama az önce de bahsettiğim gibi Ji Sub bu kişiler arasında adı tüm bir yola verilen ilk Koreli ünlüdür. Bunun başlıca sebebi tabi ki Ji Sub’un sahip olduğu uluslararası şöhrettir. Kangwon Bölgesi Yetkililer konu hakkında Ji Sub’un Kangwon bölgesini yalnız Kore’de değil deniz aşırı ülkelerde de daha iyi tanınmasında büyük rol alacağını söylemektedir.


No.1 Kangwon Ambassador & So Ji Sub Road




2012’de tamamlanması beklenen So Ji Sub Yolu, Kangwon Bölgesi’nin doğal güzelliklerinin tadını çıkarabileceğiniz bir gezinti güzergahına sahip olacak şekilde yapılması planlanmaktadır. Yine aynı güzergah üzerinde çeşitli dinlenme mekanları da yapılmaktadır. Bunlardan biri de “So Ji Sub’un Yolculuğu”  foto albümünün de sergilendiği So Ji Sub Galerisi’dir.


So Ji Sub Gallery



Kangwon hakkında bir dip not daha... Cain & Abel dizisinin 15. Bölümünde, Lee Cho In (Ji Sub) hastalanınca Kangwon’daki yazlığına gelir ve onun peşinden gelen Kuzey Koreli sevgilisi ile her şeyden uzak sakin bir gün geçirirler. Hatta kuzeyli kız “Kangwon benim için Seul’den daha güzel bir yer, bana evimi hatırlatıyor” bile der. Özetle zamanında Cain&Abel dizisinde bile, Kangwon bölgesinin Kuzey ve Güney Kore arasında tampon bir bölge olduğu ve savaşın izlerinden uzak, artık huzur dolu bir yer olduğu havası da verilmeye çalışılmış.



Üstüne Road No:1 dizisi çekilir, bir kez daha Kangwon Bölgesi üzerine dikkat çekilir, hatta dizinin sonunda yayınlanan sponsorlar arasında 51K amblemini bile görebilirsiniz. Ağustos ayında çıkardığı fotoğraf albümü ile Kangwon’daki DMZ turlarına daha fazla insan başvurmaya başlar. Çok geçmeden de turizm elçisi seçilir zaten. Böylelikle Ji Sub’un vatana millete hayırlı bir sanatçı imajı da daha bir belirgin hale gelir :) Onu diğer oyunculardan ayıran en önemli özelliği de bu olsa gerek, popülaritesini profesyonel bir şekilde kullanmasını çok iyi biliyor.


So Ji Sub & Hallyu Romance Train



İşte o çalışmalardan biri de Hallyu Romance Train projesidir. So Ji Sub’un fotoğraflarıyla bezeli tren, Aralık 25 itibariyle yani Noel haftası ilk seferine başlar, videoda da gördüğünüz üzere cidden görülmeye değer bir tren olur bu :D







Lisansımı, Kocaeli Üniversitesi’nde okuduğum için, hazırlık da dahil 5 senemi Adapazarı ve Doğu trenlerinde geçirmişliğim vardır ama o 5 sene içinde ne bir Kıvanç Tatlıtuğ trenine ne de Mehmet Günsur Ekspresine denk geldim :S Bu noktada adaletin bu mu dünya? demek istiyorum izninizle :D Tamam benim için çok güzel yıllardı, hatta o külüstür trenler bir nevi ev gibiydi benim için ama şu Hallyu tren bitirdi beni! O ne be öyle, benim Ada’cık onun yanında gecekondu valla :P İnanın şu haberi ilk gördüğümde kalpten gidiyordum o_O Bir de baştan aşağı So Ji Sub var her yanında! İnmem ki ben o trene binsem :D hatta makinisti atar aşağı, kendimi zincirlerim onun yerine, sonra ver elini Kangwon ooohhh kimbap :D Neyss makino kendine gel, geçti Hallyu’nun treni, vur Ada’yı İzmit’e böhüüüü :(


Tabi bu tren olayında da Ji Sub ilk Koreli ünlüdür. Hafta da 2 gün boyunca Seul ve Güney Chuncheon İstasyonu arasında sefer yapıyormuş, bu duraklar arasında da tabi Kangwon’un eşsiz doğasını görme fırsatı buluyormuşsunuz, mış mış muş muş! biz öyle duyduk! Kangwon’muş eşsiz tren turuymuş, bak gene sinirlendim :D Benim gözüm Ji Sub’dan başkasını görmez ki o trende ^^ Bu trenle bir geziye çıksam ve gezinin sonunda bana “nasıl geçti deseniz?” iki kelime edipte size bir şey anlatamam ki, zaten o sırada gözümün önünden film şeridi gibi Ji Sub fotoları geçiyor olacaktır. Hala gerçek bir cevap istiyorsanız benden, esaslı bir elektro şok sonrası belki “ben nerdeyim! en son trene biniyordum, gerisi aydınlık bir boşluk” derim size :D


2011 – Dizi-mizi Yok, Varsa Yoksa Film Var Bu Sene


Oppalara Film Senesi ilan etmek lazım 2011'i! Hyun Bin askere gitti diye dizi değil de film çekip gitti onu anladık da Gong Yoo ve So Ji Sub’un ne bahanesi var bilmiyorum. İkisi de film çekip duruyor bu sene, aslında film çevirmek bir aktör için daha sükse yapan bir iş ama gönül dizi çevirmelerinden yana :S Gong Yoo dedim ama onun haberlerini meraklısına bırakıyorum yazması için ve hemen  Ji Sub’a geçiyorum:)


Only You



“Only You” ve “Business Man” filmleriyle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor ajusshi-miz bu sene. Only You’nun çekimlerine zaten başlandı, hatta çekim setinden fotoğraflar da çok zamandır nette dolaşıyor. Başrolleri Han Hyo Joo adlı hanım kızımızla paylaşıyormuş. Hikayemiz de, zor bir hayata sahip bir boksör (Ji Sub) ile onun görme engelli kız arkadaşı hakkında.



Hyo Joo’da görme engelli sevgilisini oynuyor Ji Sub'un. İlk tanışma sahnesinde gözü o şokla açılır diye tahmin ediyorum gerçi, OppaaaA diye çığlık basması da yüksek ihtimal bence :P (8) (9)(10)(11)


Business Man/ Employee



Diğer filme gelirsek, Ji Sub’um burada evli ve çocuklu bir iş adamını canlandırıyor, Secret Garden’daki oppalarınız gibi de zengin mi zengin. Üstelik romantik komedi, yemede yanında yat yani :)


Şaka be şaka :) Anca rüyanızda görürsünüz öyle filmi :D Ji Sub bildiğiniz tetikçi olacak hem de en susturuculusundan, Ghost’taki gibi yani :D Sonra bir şirket onu bir kadını ortadan kaldırması için kiralayacak, tabi ki o kadıncağız Ji Sub’un sevgilisi çıkacak sonrasında (itiraf ediyorum o şirketin sahibi benim, Ji Sub benimdir benim kalacak nıhahahha :D ). Brad & Angelina ikilisinden dolayı konu çok bilindik bir şey gibi duruyor ama senaryo kesin iyidir, senaryo konusunda Ji Sub’a çok güvenirim, eminim heyecanlı ve bol atraksiyonlu bir film olacaktır ;) Filmde Ji Sub'a eşlik edecek bayan oyuncu ise Lee Mi Yeon olarak açıklandı(12). Bunun dışında pek bir bilgi henüz verilmedi, anca Only You çekimleri bitip Business Man’e geçilirse yeni yeni haberler alabiliriz (13).


Bakalım ne zaman çıkar bu film, yeppudaa’ya bu konuda güveniyorum ama :) So Ji Sub ile ilgili çok güzel bir arşivleri var, eski dizi filmlerini bulamıyordum ama yavaş yavaş geçmişe dönük o yapımları da bulup arşive katmaya başladılar. Onlar arşivi güncelledikçe ben de buradan linkleri paylaşmaya devam edeceğim.


Bu arada bitti bu biyografi yazısı :D Hiç bitmeyecek sandınız de miii ? So Ji Sub hakkında yazılarım tabi ki olacak, ama biyografi yazısı 1997-2011 yıllarını kapsayacak şekilde bitmiştir çingularım.


Bir de yeri gelmişken söyleyeyim, yeni yeni kaynak yada videolar buldukça biyografiyi kendi içinde güncellemeye devam edeceğim. Sonra bana “yazı ilk çıktığında, bu video burada yoktu” filan demeyin(dönüp tekrar bakar mısınız o ayrı konu gerçi :D ) :) Kaynaklar demişken, 1. Bölümde bahsettiğim ve listesini verdiğim kaynaklarda yer alan sitelerdeki Ji Sub hayranı çingular!  elinize sağlık ne diyeyim, bu yazı sizin güncel ji sub haberleriniz olmasa yazılamazdı. Hiç üşenmeyip son bölüme kadar yazıyı takip eden … hatta üşenip de okuyamadığı için sonunu getiremeyen tüm arkadaşlara da teşekkür ederim tabi ki :D


Benim için sürpriz şeyler de oldu biyografiyi yazarken… Örneğin Facebook’daki  bir So Ji Sub hayran sayfasında, açıklamalar kısmında admin arkadaşın benim So Ji Sub etiketli yazılarımı kaynak göstermesi beni çok sevindirdi, Gumiho literatüründe “9 kuyruğumun 9u da fırladı” da diyebiliriz buna :D Ama facebook’da kendi adımla kayıtlı olduğum için teşekkür edemedim orda, özel mesaj atmaya da izin yoktu maalesef, ben de buradan layıkıyla teşekkür edeyim dedim. Çommal Kamsahamnida ^^


Neyse efendim artık ayrılma zamanı… Bir sonraki yazıya kadar kendinize çok iyi bakın çingular ^^

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...