10 Kasım 2010 Çarşamba

Kaktüs Çiçeği...

Nereden başlasam, nasıl anlatsam... Büyümek, yaş'lanmak nasıl anlatılır?
Küçükken büyümek ayakkabı bağını tek başına bağlayabilmekti, her kemiklerin sızlamasında boy atmanın buruk sevinciydi. Şimdi ise yaşlanmak, gelişen kemikleri hayat karşında eğmeden dik tutabilme, hayatın iyi kötü ayağımıza doladıklarından kurtulma çabası oldu.
Küçükken insanların bu kadar çeşit çeşit olduğunu farketmezdim, en fazla yaşlarına göre ayırt ederdim. Yaş 12 iken 18 olmak isterdim. Ne hikmetse çokda güzel geçmiştir 18. yaşım, üniversitede gitmediğim kadar konser ve bitmeyen geniş zamanlara sahiptim. 18 yaşındaydım kışın ince kıyafetler giysem üşümez, yazın o cehennem sıcaklarında açık saçlar ve siyah kızılderili tshirtümle hiç pişmezdim:D
Hep bir üniversite hayalim vardı, 2 kere gerçek oldu, hayatta bir çok konuda önüme engel çıkmıştır ama üniversitelerim hep beni bağrına bastı.
Para puldan yana şansım pek açık olmadı, bazen ben onu iplemedim ama çoğunlukla o beni. Ziyanı yok ailem ve arkadaşlarım var yanımda onlar bana yeter dedim, yetti de:)
Derken Üniversite hayatım da bitti, ailemde de az biraz eksilmeler oldu ama yine sorun etmedim, artık gerçek hayatın kollarına atılma zamanıydı.
Diğer bir deyişle "iş hayatı", bu yeni dönemde yaş 18 geride kalmıştı artık olgun 27 yaş çağındaydım... Yaş 18 benim için nasıl umut dolu bulutsuz günlerin bir sembolü ise yaş 27 oldum olası hep tam tersi bir simge olarak aklımda yer etmiştir. Küçükken bir içgüdüyle hep 27 yaşında olmaktan korkardım. Velhasıl korktuğum başıma geldi:)
Neler mi değişti bu olgun 27 ile... Yalnızca kendini geliştirmek için kurulmuş üniversitelerin yerini, kendini hiçe saymana zorlayan iş kurumları aldı. Dostların yerini çalışma arkadaşları, boş vakitlerim'in yerini mesai saatleri, yüksek kredili ve cins hocaların derslerinin yerini ise maaş dağıtan eller aldı.
İnsanoğlu hayatta kalmak için iyi yemek yemeli, stresten uzak durmalı, yastığa kafasını rahat koymalı. Ama dar vakitlerde benzin yerine mazot doldurulmuş ekonomik araçlar gibi yemek yemek , yoğun iş saatlerinde binbir dalaverenin ortasında soğukkanlılığını yitirmemek ve ertesi günki yapılacak işlerin "sorumluluk" bilinciyle uykuya dalmak zorunda bırakılıyormuş bu "iş hayatında".
Büyüdüğümde farkettiğim tek şey insanların çeşit çeşit oluşu değildi, beraberinde kendi rengiminde onlardan farklı oluşuydu. Yaş 27 ile birlikte iş hayatında rengimin kaybolduğunu farketmem sancılı bir süreçti. Bu yaşa kadar okuduğum okullardan birlikte vakit geçirdiğim insanlara kadar hayatımın kendi kontrolümde oluşu, sonrasında iş hayatının bende beton etkisi yapmasına sebep olmuştu belli ki.
Önceleri çok hassas ve alıngan, sonrasında daha da hassas ve korkak olmama sebep oldu. İlk rengin tayftan silinişi, daha doğrusu renklerin bulanıklaşması bu safhada oluyor. Ardından isyankar ve öfkeli bir döneme geçiyorsunuz, asıp kesmeye başlıyorsunuz kafanızda herşeyi , herkesi... Bu dönemde ilk işinizden ya atılıyorsunuz, ya istifa ediyorsunuz yada gözünüz kesmediği için öfke içinde işe devam ediyorsunuz. Ben öfke içinde devam edenlerdenim, bu aşamada değil 1 ay, 1 gün bile çok zor geçiyor, her günüm ömrümden ömür götürmüştür. Sabır sabır diye diye işe gitmeler başlamıştır artık. İpin ucunu kaçırdığınız iş hayatını tekrar gözden geçirmek ve kontrol altına almak zorundasınızdır. O sıra farkettiğiniz bir diğer şey ise hiç bilmediğiniz renklerinizin oluşu oluyor, hiç bu kadar politik olabilceğinizi düşünmemişsinizdir. "intikam soğuk yenen bir yemektir" ne demektir anlamaya başlamışsınızdır, işin hayatınıza getirdiklerinden kurtulmak için sabır ve o kullanmayı zamanında akıl edemediğiniz zekayı kullanmanın tam zamanıdır artık. İşte ben tamda bu süreçteyim şuan. Gelecek zaman bana ne sunacak bilinmez ama artık 18 yaşında olmadığımın farkındayım. Yaş 27'nin sularında boğulmadan, rengimi soldurmadan hayata tutunmaya yaş'lanmaya çalışmaktayım. Bu 27 yaş bitipte 28 olduğumda daha güzel günlerin yaşanacağına dair umudum kaktüste açan çiçekler gibi hala özünü korumakta...Yazımı biricik hobim kore dizilerinden bir alıntıyla sonlandırmanın tam sırası sanırım...
"Kaktüslerin çiçek açması, birkaç yıl alır.
Neredeyse kendini öldürecek
bir kuruma sürecine girer, son anda ise çiçeklerini açar.
Ne için var olduklarını bilir,
sonuna kadar hayatta kalırlar."
Pasta (2010) - Bölüm 9

24 yorum:

  1. çıtttttttttttt....sesi duydunmu sevgicim.bu parçalanmışlığımın sesidir. yazını henüz okudum ve hazmetmeye çalışıyorum, ama bu yazının mideme oturmasından değil,damağımda bıraktığı o müthiş tadı yok etmemek için sindirim sistemimle ve duyularımla verdiğim tersinir fizikokimyasal işlemin şavaşıdır..Okur okumak birşeyler yazmak istedim az ve öz ama bitti sanma, asıl yorumum ilerleyen saatlerde gelecek, çünkü birkez yetmedi bu prensen tatlısı kıvamındaki bitter pastadan tatmak...O nedenle şimdilik sadece...çıttttttt...diyorum yüreğiminin derinliklerinden gelen bir sesle

    YanıtlaSil
  2. bana da çok dokundu... çok güzel yazmışsın sevgicim... zorluklarda açan o çiçeğin hiç solmasın inş canım arkadaşım benim ;)

    YanıtlaSil
  3. @Erenimo Elif Şafak konulu yazını okuduktan sonra aklıma kendi bunalımlarımdan başka bir şey gelmedi Erencm, oyuzden her zamanki gb konu annesi sensin bu yazıda da:)Yine iş-güç muhabbetimle sıkmak istemediğimden başka bişi mi yazsam dedim önce ama "Öyle bir geçer ki zaman"daki küçük Osman modundan çıkamadığım için yaz gitsin dedim:D Acaba beğenirler mi diye de çok düşündüm oyuzden?! Neyse beğendiğinize göre, bu seferde yırttım demektir:)ps: kalan yorumunu da bekliyorum, devrik cümlelerden bu yazıda da kurtulamadım, sıkı bir eleştiriyi hakediyorum oyuzden:)

    YanıtlaSil
  4. @Aslı O zaman ne diyoruz Aslıcım "Fightiiiiing!" :D

    YanıtlaSil
  5. yazını içim sızlaya sızlaya okudum sevgili kaktüsçiçeği... galiba hepimizin başına gelen bu: büyüyüp gerçek dünyaya atılınca rengimizi kaybedip soluklaşıyoruz... belki böyle blog yazarak, ya da kore dizileri izleyerek soluklanıp içimizdeki çocuğu yaşatmaya çalışıyoruz. ama (özellikle de hassas ve kırılgan bir kişiliğe sahipseniz) hiçbir şey eskisi gibi olmuyor...

    ama yaşadıkça hep bir umut var, değil mi? Kore dilinde söylersek: "aja aja fighting!" :D güldükçe, birbirimizi güldürüp eğlendikçe, sana ortamda da olsa bir şekilde bizle aynı düşünceleri paylaşan insanlara ulaşabildikçe bir umut hep var :D o yüzden ben senin ve aslı'nın blogunu keşfettiğim için çok mutlu oldum; umarım daha bol bol yazma/okuma, iletişime geçme şansımız olur :) Sevgilerimle ^^

    YanıtlaSil
  6. Yazdığın içten yorum için çok teşekkür ederim Hikaruivy, normalde yazdığım yazıların akılda kalıcı olmasını isterim ama bu yazım üzücü olduğu için onlardan biri değil, Kore dizileri arasında bile en çok komedileri sevmişimdir, buraya yazarkende aslında hep yüzümüzü güldüren, gerginliğimizi azaltan şeyler yazmak istemişimdir ama bu yazının da yazılacağı varmış (Kimseyi üzmeden anlatabileceğimiz nadir konulardan biri de hayat tecrübesi maalesef ).
    Velhasıl senin dediğin gibi yaşa'dıkça hep bir umut var :D güldükçe, paylaştıkça ve de yeni insanlarla tanışmanın heyecanıyla insan daha bir hayat dolu oluyor. Bende burada senin gibi ortak zevklere sahip olduğum kişilerle tanışmaktan dolayı şanslı hissediyorum kendimi - kim demiş internet kötülüklerin anası , pekala amacına uygun kullanılınca gayette faydalı :) Bloglarda paylaşılan yazılar arttıkça daha da çok görüşeceğiz buna bende eminim :)

    Sevgi'lerimle fightiiing ;)
    Not: Yazını sevgilerimle bitiriyorsun ya hep benimde gerçek adım Sevgi ;)

    YanıtlaSil
  7. haha, demek fark etmeden adını sana tekrarlayıp duruyormuşum :D ben de nur. memnun oldum canım.
    bu arada ben de genelde komedi dizileri tercih eidyorum. çok övüldüğü halde misa'yı, 1 litre of tears'ı falan izlemedim, izleyemedim. zaten hayatımızda yeterince stres var, bari dizilerle gülüp mutlu olalım :D özellikle kore dizielri bunun için biçilmiş kaftan! çok tatlı bir komedileri var, sonra eski türk filmlerindeki masum aşkların tadı var... ayrıca daha iki gün önce en yakın arkadaşlarımdan birine daha kore dizisi virüsü bulaştırdım, boys over flowers'ı seyrediyo şu anda. iki günde 10 bölüm devirmiş! hahah, çok mutlu oldum :D
    dediğin gibi, yazdıkça daha çok görüşürüz nasolsa. o zamana kadar kendine iyi bak ;) sevgi'lerimle (bak yine!) :D

    YanıtlaSil
  8. Tanıştığımıza tekrar memnun oldum Nur ^^
    Zaten birine kore virüsü bulaştırmak istiyorsan önce BOF sonra coffee prince izletceksin :) Bende Misa'yı izlememek için direttim onca zaman, ama şeytan dürttü herhalde geçen gün izledim. Yine de inadına ağlamadım (aferin bana :P), yine de çok dokunaklı, içim sızım sızım sızladı hep, iyiki de izlemişim diyorum. Hem geç de olsa So Ji Sub ile tanıştım, çivi çivi söker hesabı, Misa'nın yaraladığı kalbimi SjS'nin Sophie's Revenge adlı filmi ile iyileştirdim. Romantik komedi ama komedisi daha ağır basıyor,hikayenin akışı çok hızlı, çekimleri de süper... Eğer olurda Misa'ya başlarsan panzehir olarak Sophie's Revenge'i de bir kenara koy derim :)
    Tekrar görüşmek üzere, Sevgi'ler benden ;)

    YanıtlaSil
  9. Sevgili Sevgi :) Komik oldu böyle hitap etmek. Unutmaki yıllar sadece sayı :) Blogunu beğendim ama temasını değiştirsen okuması daha rahat olacak. Şimdi Letter To Julieti indirmeye gidiyorum :)


    Sevgiler

    YanıtlaSil
  10. Sevgili kaktüs çiceği de diyebilirsin dicem ama yine komik durcak kaçış yok :D Bloğu beğenmene sevindim, tema konusunda hep komplike seçimler yapıyorum sanırım :) başlangıç olarak wordpress'in hangi teması daha uygun olur, bu konuda önerilere sonuna kadar açığım.
    kore dizileri seyretmekten amerikan filmlerine adapte olamıyordum uzun zamandır ona rağmen "letter to julliet"i çok sevdim, umarım sende beğenirsin :)

    YanıtlaSil
  11. Julieti izlemeyi çok istedim ama bulduğum linkler hep kırık. Bir yerde okuduğum bir haberden dolayı da torrent indirmeye korkuyorum artık. Bence sen de sade bir tema kullansan Wordpressin otomatik bloglarında hangi temalar var bilmiyorum ki ama bu çok yorucu ve karmaşık. Sık kullanılanlarıma ekledim blogunu, yalnız bir Gong hayranı daha çıktı piyasa pek sevinemedim :P

    YanıtlaSil
  12. Gong Yoo'ya yeni talipler çıkınca bende pek sevinemiyorum haklısın, hatta başlarda nefertiti, eymasar ve senin gong yoo hayranı olduğunu görünce yandık demiştim, sanki bir ben bir de Aslı (kendisi kumam olur :) biliyoruz Gong Yoo'yu sadece, o hayalim kısa sürdü tabi :) Yine de olaya iyi tarafından bakıyorum, yeni insanlarla tanışmak çok daha güzel, bir nebze kıskançlığımı bastırabiliyorum artık:) Tema konusunda haklısın daha düzenli ve sade bir tema bulmalıyım, önerin için teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  13. Letters to juliet için yazının sonuna çalışan linklerden birini koydum. Umarım sende benim gibi beğenirsin.
    http://kaktuscicegi.wordpress.com/2010/09/09/letters-to-juliet/

    YanıtlaSil
  14. Gong YOO denince akla gelen ilk isim olduğum söyleniyor ama bilemicim :D :D olsun sevilsin ya o adam sevilmez mi :) Ahh ahhhhh :D

    YanıtlaSil
  15. Ahhh ki ne ah :D hepimizi kırdı geçirdi, bi gram akıl bırakmadı :P

    YanıtlaSil
  16. çok hoş bir yazı olmuş
    ve bu replik en sevdiklerimden:
    “Kaktüslerin çiçek açması, birkaç yıl alır.
    Neredeyse kendini öldürecek
    bir kuruma sürecine girer, son anda ise çiçeklerini açar.
    Ne için var olduklarını bilir,
    sonuna kadar hayatta kalırlar.”

    hoşgeldin aramıza kaktüs çiçeği-sevgi (hangisini tercih edersen :P)
    bir gong hayranı daha tühh :(
    neyse ki sen ju ji hun için yazdığın yazıyla biraz içimi ferahlattın :D

    YanıtlaSil
  17. Gong Yoo zaten Kore'nin Elvis'i gibi, şeytan tüyü var resmen, adının geçtiği yerde insan aptal aptal gülmeye başlıyor :)

    Pasta dizisini çok seviyorum ben, zaten çalışkanlık ve emek vermek ile ilgili tüm dizileri seviyorum. Bu dizide de bol bol hayat dersi veriyorlardı, hatta sevdiğim bir diğer replikte kızın babasının Şep(f) ile ilgili kaygılarından bahsettiği konuşma;


    "Kızın Babası :
    Yoo Kyung işyerinden serserinin birini bulacak diye korkuyorum. Hele bir de öfkeli bir adamsa, elinde bıçak filan varken şakası olmaz.

    Babasının Arkadaşı:
    Öfkeli mi? Babasından öfkeye alışıktır o.

    Kızın Babası:
    Bu yüzden daha büyük bir sorun ya, çabuk öfkelenen biriyle tanışsa bile korkmayacaktır."

    Çok sıradan bir konuşma gibi geliyor kulağa ama senarist sanki gerçek hayatta sakın şefi değil müdürü(Alex Chu) seçin der gibi :) Heman aldım mesajı tabi yazdım bir yere :)

    YanıtlaSil
  18. ah ahh nolurdu onda öyle bir şeytan tüyü olmasaydı da böyle gün geçtikçe çoğalmasaydık rakiplerimiz artmasaydı :( tabi rakip diye bişey de yok tamamen ulaşılmaz olunca adam ama eğleniyoruz işte böyle onun sayesinde gülüp dostluk kuruyoruz insanlarla
    pasta dizisi benim de en sevdiklerimden.. şep nasıl şekerdir yarabbim.. coffee prince'de gong'dan gözümüz onu pek görmemiş olsa da pasta dizisi de onun parladığı dizidir çok tatlıydı gerçekten..
    ve dediğin gibi kesinlikle replikler müthişti..
    "sakın kesme tahtamdan kurtulayıp deme" deyişini nasıl unuturuz :D sevgisini gösterirken bile o hırçın hallerini :)
    ama tabi senin yazdığın replik bize o tavsiyeyi verse de benim tercihim hep şeften yana olacak yeter ki gelsin öylesi (amiiin :D)

    YanıtlaSil
  19. Allah kalbine göre versin ne diim (amiin) :D :D

    YanıtlaSil
  20. haydi hepimiz kendimizi hayatın kollarına atalım. her günümüzü sağlıklı, mutlu . huzurlu,ve sakin yaşayalım yaşayalım ......geçen gün geri gelmiyor.....

    YanıtlaSil
  21. Blog ismini ilk gördüğümde anlam verememiştim, pasta dizisini zilemediğimden çağrışım imkansızdı. yazını okuyorum ve birçokm ortak noktamızın olduğunu anlıyorum. okurken hem buruldum hem de ayna karşısında kendime bakar gibi oldum. ben de 27 yaşındayım ve hiç olmadığım kadar zekamı zorlamaktayım özellikle son 2 senem çok koşturmacalı ve birçok sorunla boğuşmalı geçti. isyankar oldum küfür eder buldum kendimi. hak hukuk kavramlarının varlığını anladım ama oülkemizde hiç olmadığını kavradım. 2010 yılı etimden et koparılmışcasına azımasız ve sancılı geçti. herşeyin bittiğini düşündüğüm anlarda açıldı kapılar ama kpss kadar hiçbir şey bu kadar yıpratmamıştı beni. vazgeçsem de olmuyor bunca yıllık mücadelem emeğim. ahh 2010 kpss emek hırsızlarının belasını versin diyorum Allahında onların yanında olduğunu düşünüyorum hatta şeytan bile kankaları. delirmek üzereyim. benim de hayalim hep 25 yaşımdı. geldi geçti gitti. 25 yaşında evli mutlu çocukluydum korkum 30 yaş ve 3 yıl sonra onu da yaşayacağım. inan artık düş kurmaya bile halim yok o derece yorgunum

    YanıtlaSil
  22. ben bu yazıyı yazdığımda sözde bir mühendislik firmasında haftanın 6 günü, tam gün, ön muhasebe, mutfaktan bozma laboratuarda laborantlık ve resmen ofisboy'luk yapıyordum, sigortamda yoktu, patron bozuntusu da kafadan kırıktı, 55kilodan 49kiloya düşmüştüm 1-2 ay içinde!

    neden o işi bırakmadın dersen önce tecrübe edinirim hiç değilse dedim ama hiç bir şey öğrenemiyordum birde üstüne benden bilgi çalınıyordu... sonrasında ise iş bulmadan ayrılmak istemedim.. sonra aynen senin gibi isyan ettiğim bir hafta içimden ne dualar etmişsem artık Allah da beni duymuş!...

    kavga ettim patronla ama kavgayı ben başlatmadım ve işi bıraktım, 1haftaya kalmaz çalıştığım tüm sürenin sigorta bedeline kadar herşeyi söke söke alıp çıktım! 1 hafta önce allah canımı alsada kurtulsam bu nasıl bir şansızlık asıl bir hayat diyordum, ama sonra o dönem kapandı.

    hala işsizim ama bu defa daha sabırlıyım, biliyorum ki eninde sonunda hakettiğim yere geleceğim. hayat bu çünkü hiç bir şey kesin ve net değil, bugün isyan ediyorsun ama bir bakmışsın ki yarın herşeye şükrediyorsun! yaşadığımız çarpık düzen bize hayat tecrübesi olarak geri dönüyor bir yerde, işsiz kalmak şuan dokunsada bana, evdeyken kendimle ilgili hayatımla ilgili çok düşündüm,çok sorguladım, yeni kararlar aldım kendimle ilgili!
    o işten çıkıp hiç soluk almadan başka bir işe girseydim bunları düşünecek zamanım olmayacak ve belki de gene yanlış bir şekilde yaşayacaktım hayatımı!

    sende bu berbat süreci kendi lehine çevirip, düşüncelerinin daha da olgunlaşması için kullan, en azıından ben öyle yapıyorum. pembe gözlük takıp gerçeklerden kaçmak gibi düşünülebilir bu yaptığım ama her kötü durumdan fayda sağlamak lazım.

    bir de ne zaman pes etsem gençliğinde çok zorluk çekmiş ama sonra turnayı gözünden vurmuş başarılı insanları düşünüyorum, sırf ünlülerden bahsetmiyorum, çevremde de var böyle insanlar ve or günlerimde bana onlar hep "sabret her şey yoluna girecektir, bu kadar sıkıntın boşa gitmeyecektir kesin" diyorlar... dizilerdeki güel sözlere kanmayabiliriz belki ama aynı yollardan geçen insanların sözünü dinlemek lazım ve sabırlı olmak gerek...
    yazdıkça yazasım geliyor ama aynı durumdayız ya, hem sana hem kendime anlatıyorum bunları... yalnız olmamak bile birşeydir böyle bir durumda, sen de yalnız değilsin bak :) ben varım...

    YanıtlaSil
  23. haklısın doğrusu ben de bakma boş durmuyorum kursşara seminerlere koşuyorum, aslında bu çabamın meyvelerini de aldım diyebilirim geçen sene düşük fiyatlara çok farklı alanlarda özel ders verdim şöyle diyim ilk okul 1. sınıftan üniversitede okuyan ve tarih-siyaset bilimi derslerini geçemeyenlere kadar çeşitli öğrencilerim oldu. kpss gülmedi ama biere birer iş teklifi geldi biraz tanınmış gibi oldum. ama hala işte tamam diyebileceğim şartlarda bir iş bulamadım. haklısın hala çabalıyorum. şimdi ücretli öğretmenlik için bakınıyorum hem çalışıp hep tecrübeme tecrübe katıp hem de bir sonraki adımı belirleyene kadar en azındanb maddi olarak biraz lafamı rahatta tutmak istiyorum. hala kendime dair düşüncelerim ve çıkmazlarım far malesef yaşam işte.

    YanıtlaSil
  24. bak işte sakinleşip düşününce, böyle güzel ayrıntıları da yakalııyor insan. memleketi kurtaramayacağız şimdilik ama kendimizi kurtaracağız sonunda! dediğin gibi hayat işte :) biraz sakinleşmene sevindim bu arada :) o duyguyu çok iyi bilirim çünkü, insanı asıl o isyan bitiriyor ! ;)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...